EGO ÜZERİNE I.BÖLÜM

En önce anlaşılması gereken şey egonun ne olduğudur. Bir çocuk doğar. Doğduğunda kendisi hakkında hiçbir bilinci, bilgisi yoktur. Ve bir çocuk doğduğunda ilk olarak farkına vardığı şey kendisi değil diğeridir. Bu doğaldır çünkü gözler dışa doğru açıktır, eller diğerlerine dokunur, kulaklar başkalarını duyar, damak yiyecekleri tadar ve burun dışarıyı koklar. Tüm bu duyular dışa doğru açıktır. Doğmanın anlamı da budur. Doğumun anlamı, bu dünyaya gelmektir, dışarının dünyasına. Dolayısıyla da bir çocuk doğduğunda, bu dünyanın içine doğar. Gözlerini açar ve diğerlerini görür. Diğer siz demeksiniz. Çocuk ilk önce annesinin farkına varır. Daha sonra da yavaş yavaş kendi bedeninin farkına varmaya başlar. Bu da aslında diğerdir ve de bu dünyaya aittir. Acıkır ve bedenini hisseder; ihtiyacını giderdiğinde de bedenini unutur. Bir çocuk şöyle yetişir: Önce sizin, ötekinin farkına varır ve sonraysa sizinle, ötekiyle kıyaslayarak yavaş yavaş kendisinin farkına varır. Bu farkındalık yansıtılmış bir farkındalıktır. O kendisinin kim olduğunun bilincinde değildir. O yalnızca annenin ve de onun kendisi hakkında ne düşündüğünün farkındadır. Okumaya devam et

Siber Mücadele ve Psikolojik Harekat

Siber dünyayı tanımlarken bir çok kaynak, bağlı cihazların, oluşturduğu topluluk olarak bahseder genel anlamda. Bu yeterli bir tanım değildir. Çünkü çoğunlukla bu cihazların arkasında insanlar da olduğundan, insan makine etkileşimini de siber dünyanın içerisine katmak gerekir. Katmanın da ötesinde, önemli bir bileşeni olduğunu kabul etmek gerekir.

Makinelerin birbirleri ile etkileşimleri, sosyal toplum çerçevesinde insanı taklit etmekle birlikte, etkileşen makinelerin insanlarla etkileşimi ile birlikte sistem taklitin ötesine geçmiş ve kendine özgü bir dünya oluşturmaya başlamıştır.

Siber dünyanın ilk oluşum evresinde kalabalık olarak adlandıracağımız topluluklar, kendi jargonlarını, kurallarını ve iletişim biçimlerini oluşturdukça, kalabalıktan farkında topluluklar haline dönüşmüştür. Basitçe örnek vermek gerekirse, Facebook üzerinde beğenilen paylaşılan bir yazı yada görsel ‘like’lanırken, Twitter üzerinde retweet edilir. Bu aslında markaların oluşturduğu toplulukların kendine has jargonu olması anlamına gelmektedir. Pazarlama ve marka yönetimi açısından olduğu kadar, gerçekten sosyal bir topluluk oluşumunda da önemli bir aşamadır.

Konu dilbilim çerçevesinde ele alındığında, her dönem yeni nesil tarafından dillerin yok edildiğine yönelik endişeler dile getirilmiştir. İletişimin en önemli bileşeni olan dil üzerindeki değişimler bozulma olarak adlandırmak yüzeysel bir tanımlama yapmaktan ileri gitmez. Dilin kendi tekniği içerisinde bozulma olarak adlandırılan değişimler, esasında iletişim çerçevesinde önemli bir değişimi temsil ediyor olabilir. Buna örnek olarak internet üzerinde iletişim dahilinde sıkça kullanılan ‘LoL’ sözcüğü gösterilebilir. Başlarda çok komik şeyleri ifade etmekte kullanılan bu sözcük zamanla değişim göstererek, iletişim kanalı içerisinde bir empati durumunu gösterir duruma gelmiştir. Bu noktada dilin kaybına odaklanmaktan ziyade, iletişim kanalı içerisinde optimizasyon yahut yetersiz noktaların kapanması doğrultusunda evriminden söz etmek mümkündür.

İnsan makine etkileşimli oluşan sosyal gruplar ve onlara ait aktiviteleri de kapsayarak bir siber dünyadan söz edilebileceği yukarıda belirtilmiştir. Toplulukların oluşumu ile birlikte, otomatik olarak kalabalık yönetimi, agresyonlar, kurallar, jargonlar gibi ek olgular oluşmaktadır.

Buna ek olarak etkileşimli makinelerin oluşturduğu dünyada, bu makinelere ulaşım kolaylaştıkça, bilgiye ulaşım da bu ölçüde kolaylaşmıştır. Bu gün siber dünyada, herhangi bir haberin yayılma hızı 8 dakika civarındadır. Bu dünya genelinde önemli bir bilginin yayılması açısından şaşkınlık yaratacak kadar hızlı bir yayılımdır. Bununla birlikte ulaşılan bilgi aslında çoğunlukla bu bilgiyi sunan makinenin ardındaki insana ve onun algısına da ulaşmış demektir.

Bu yüksek makine etkileşimi, nicelik ve nitelik olarak altyapı ve cihazların artışı ile siber dünyada bilgi kirliliği konusunda eleştiriler yükselmektedir. Bu noktadaki eleştirileri tıpkı dilin yok olmasındaki endişe gibi görmek mümkündür. Zira belli bir kontrol süzgecinden geçerek sunulan bilgi ile herkesin gelişigüzel sunduğu bilgi arasında bir fark olduğunu düşünmek anlamsızdır. Bu tıpkı ders kitaplarının kimin tarafından nasıl yazıldığını bilmeden onları öğrenme eğilimi ile benzer bir özellik taşır.

Yoğun bilgi sunumu sırasında, veri üzerinde analoji ve korelasyon kurarak bilgi elde etme bireyin sorumluluğundadır.

Bilgiye rahat erişim aynı zamanda bilginin rahat sunumu anlamına gelmektedir. Geçmişte gazeteler, broşürler, sonralarında radyo ve televizyonun da dahil olduğu bu sunuş, günümüz dünyasındaki hızın gerisinde kalmıştır. Bu nedenledir ki, pek çok gazetenin yine siber dünyada anlık yayın yaptığı haber siteleri bulunmaktadır.

Aşağıdaki tabloda toplumlar için önemli paradigmaların zaman içerisinde nasıl değişim gösterdiği açıkça gösterilmiştir.

Paradigma Modernite Öncesi Modernite Dönemi Modernite Sonrası
Kontrol Mekanizması Din Zeka Sezgi
Güç Dini organizasyon Devlet Dünya Toplulukları
Bağımsızlık Kaynağı Kutsal Kitaplar Bilim Ekonomi
Bilginin Analizi Mistik Analitik Düşünce Karmaşık
Rejim Insan/Insan Top. Demokrasi Konfederasyon
Stratejik Karar Alma Düşük Risk Kabul Edilebilir Risk Yüksek Risk
Bilgi Kontrol Altında Eğitime açık Herkese açık
Caydırıcılık Asker Sayısı Silah Gücü Bilgi, Algı,Ekonomi

Tablodan kolayca incelenebileceği gibi, iletişimin yorumlanması, bilginin analizi karmaşıklaşmıştır. Buna bağlı olarak bilgiye maruz kalma oranı ciddi ölçüde yükselmiştir. Bilginin ve uyaranların yoğunluğu caydırıcılık kavramı üzerinde de etkili olmuş ve psikolojik harekat, algı yönetimi gibi saldırı vektörleri, genel anlamda kanaat değiştirme ve algı oluşturma sürecinde çok önemli bir hale gelmiştir.

Siber dünyanın hızlı büyümesi ve sosyolojik paradigmaların değişimi arasında korelasyon kurulduğunda, kanaat oluşturma ve değiştirme çabalarının büyük ölçüde siber dünyaya kayması normal olarak değerlendirilebilir.

Siber dünya, kanaat değiştirme çabaları için biçilmiş kaftandır denebilir. Aşağıdaki temel özellikleri ile siber dünya psikolojik harekatın yeni ve en güçlü alanı olarak öne çıkmaktadır.

  • Siber dünyada polis yoktur
  • İstenilen veri kolayca sunulur
  • Bilginin kontrol mekanizması birey odaklı olduğundan, bilginin insana nüfuzu güçlüdür
  • Bilgiye yönelik manipülasyon araçları çeşitlidir
  • Duyurulması gereken metnin duyurulma sürecinde maliyet oldukça düşüktür
  • Kaynak kolayca kaydedilebilir ve çoğaltılabilir. Nihayetinde kaynak kolayca kalabalık arasında kaybedilebilir
  • İnkar yahut suçu aktarma oldukça kolaydır

Siber dünyada meydana gelen aktivitelerden hangilerinin kanaat değiştirme çabaları içerisinde değerlendirileceğinin anlaşılması için, psikolojik harekatta kullanılan temel faktörlerin incelenmesi ve bunların siber dünyada nasıl uygulandığının anlaşılması gerekmektedir.

Kalıplaşmış İmajların Kullanılması

Algı oluşturulma sürecinin önemli bir parçası, insanların bir arada olması yahut bir arada olan insanların belirli imajlara dönüştürülmesidir. Esasında bu insan açısından doğal bir eğilimdir. Yalnızca belirli bir toplumun yahut kalıbın parçası olarak düşünen insan, bu çerçeveden düşündükçe gerçek durum hatırlanmaz olur.

Söz gelimi politikacıların, belirli bir durum karşısında yalan söylemesi ve daha sonra yalanlarını unutup verdikleri beyanatın tersinde bir söylemde bulunması, hitap ettikleri kitleleri etkilemez. Çünkü taban belirli bir kalıp içerisinde ilgili kitlenin yarattığı atmosferden kendisini çıkaramaz. Bu noktada gerçek kaybolur.

Gerek gerçek bir kitlenin siber uzantısı olsun gerekse salt siber bir oluşum olsun kendi kitlesinin atmosferi içerisinde tutma eğilimi gösterecektir.

Oluşan bu atmosfer genel anlamda bir imaj ile beslenir.

İsimlerin Lakap ile Değiştirilmesi

Algı ancak gönderilen verinin temel duyu organlarına ulaşması ile etkinlik kazanacaktır. Bu nedenle propagandacı lehte yahut aleyhte kullanacağı metinler için deyimler seçer. Seçilen bu deyimlerin duygusal çağrışımlar yapması önemlidir. Duygusal çağrışımlar doğrudan duyu organlarına hitap edebileceği gibi, düşünüldüğünde yada maruz kalındığında bir çağrışım yapacak şekilde de olabilir.

Örneğin, komünist Sovyet ordusu için Kızıl Ordu teriminin kullanılması basit bir algı oluşturma eğilimidir. Lehte yapılan bu propaganda, bir yandan kalıplaşmış bir imajın kullanılmasına yardımcı olduğu gibi, aidiyet hissini de artırmıştır.

İsimlerin lakap ile değiştirilmesi algı yönetimi sürecinde, topluluk odaklı olmayabilir. Bireysel lakaplar da bireye bağlılık konusunda algı oluşturmada etkili olacaktır.

Lakaplar pozitif olmak zorunda değildir. Oluşturulacak algının biçimine göre negatif bir yaklaşım da izlenebilir. Bu noktada ötekileştirilen toplulukların lakap ile anılması, algı yönetimindeki bir diğer önemli faktör olan tehdit belirleme sürecine de destek olur.

Bütün içinden Uygun Olanı Seçme

Propaganda yapan kişi, karmaşık gerçekler içerisinden sadece amaca uygun olanı seçerek onu yüceltme yönüne gider. Belirli durumlarda propagandanın bu aşamasına toplumsal stres de eşlik eder. Zira psikolojik açıdan değerlendirildiğinde seçici soyutlama (selective abstraction) bir ayna efektine sahiptir. Yani propagandacı hedefe uygun olanı seçerken, tabanı ise propagandacının yaptığı hatalar için bir temellendirme ve mantık bulma eğilimindedir.

Temelde sahibini ısıran kopek için, sahibinin mantıklı bir açıklama getirme çabası, gerçek içinden amaca uygun olanı seçme eğilimidir. Yahut yolsuzluk suçlamalarına karşın geliştirilen taban refleksi olan ‘herkes soyuyor, en azından bunlar hizmet ediyor’ önermesi seçici soyutlamaya örnek olarak gösterilebilir.

Seçici Soyutlama ve amaca uygun olanı seçme süreci, kalıplaşmış imajların kullanılması ile daha uygun zemine oturtulur. Kitle atmosferi ile hareket eden topluluklar için gerçeğin içerisinden uygun olanı yüceltmek teneffüs edilen atmosfer içerisinde hızla dağılacağı için, kolaylıkla kanaat yönlendirilebilir.

İlgili sürece genellikle, keyfi çıkarsama, aşırı genelleme, olduğundan büyük yada küçük gösterme eşlik eder.

Toplumsal tansiyonun eşlik ettiği Gezi olayları çerçevesinde bir olay analizi gerçekleştirilecek olursa, Camii içerisine ayakkabı ile girmek karmaşık gerçeğin içerisinden amaca uygun olanın yüceltilmesi konusunda çarpıcı bir örnek teşkil eder. Yüceltilen bu eylem, yalnızca karmaşık olay içerisinden uygun olanı seçmenin dışında, eylemi gerçekleştirenleri bir kalıba sokar ve kolayca bir lakap ile değiştirilmelerine olanak tanır. Marjinal Grup, Gezici gibi çağrışımlar bu duruma örnek verilebilir. Bu noktada tabana yönelik başarılı bir psikolojik harekat faaliyeti olarak düşünülebilir.

Tümüyle İnkar Etme

Yalanlama ve inkar, propagandanın ortaya çıktığı en ilkel dönemlerden beri, propagandacının en önemli silahlarından olmuştur. Yalan doğrudan kanaat değiştirme çabasının ana unsuru olabileceği gibi, yukarıda belirtilen faaliyetlerin bileşeni şeklinde de ortaya çıkabilir. Söz gelimi, istenmeyen bir durum bir hedefe yönlendirilirken, kalıplaşmış imajlara yalan kolayca eşlik edebilir.

İnkâr ve yalanlama ajitasyon sürecinin de önemli parçalarındandır. Ajitasyon, vicdan süzgecinden geçeceğinden dolayı kanaat değiştirme çabaları içerisinde önemli bir hedef olarak her daim yerini almıştır.

Mantıklı savların yerine, bireylerin vicdan-akıl ikilemine sokulması ve içgüdüsel karşılaştırma içinde bırakılması yine bu süreçte etkin hedeflerden birisidir.

İnkar sürecine çoğunlukla karşı suçlama, meydan okuma eşlik eder. Propagandacı isnat edilen suçlara karşı kendisini yalnızca inkar ederek savunmaz. Algıyı yönlendirmeyi kolaylaştırmak adına, ayrıca karşı hedef göstererek tabanı farklı hedefe yönlendirir.

Örneğin, terör örgütü ile görüşmeler yapıldığına dair iddialara karşı gerçekleşen inkar politikasına, mitinglerde hedef göstererek, bu iddia sahiplerinin şerefsizlikle suçlanması, tabanda gerekli yönlendirmenin yapılması konusunda önemlidir.

İnkar süreci kimi zaman taktiksel manevralarla ifade edilebilir.  Sözlü veya polemik konusu haline gelmeden, stratejik bir hamle ile inkar yolu izlenebilir. İkinci dünya savaşı sırasında, Hitler’in Sovyetler Birliği ile yaptığı saldırmazlık anlaşması, Nazi Almanya’sı çerçevesinde Sovyet bloğundaki şüpheleri ve ithamları inkar etmek adına gerçekleştirilmiş stratejik bir adımdır.

Tekrar

Propagandacı genel anlamda istediği metni sürekli tekrarladığında muhakkak taban tarafından özümseneceğini bilir. Tekrarlama, seçici soyutlama ve bütün içerisinden uygun olanı seçme sürecini doğrudan destekler. Sloganların kullanımı teknik içerisinde önemli yere sahip olduğundan, sloganları kalıplaşmış imajlara dönüştürme konusunda da önemli bir yöntemdir.

Tekrar olumlu yönde kullanılabileceği gibi olumsuz çağrıştırma çerçevesinde de kullanılabilir.

İkinci Dünya Savaşı sırasında NAZİ hava kuvvetleri tarafından sürekli atılan bildiriler önemli bir örnek olarak gösterilebilir.

Yine, ‘Yeni Türkiye’, ‘Rabia’ gibi sloganlar tekrar çerçevesinde değerlendirilebilecek örnekler arasındadır.

İddia

Propaganda yapan kişilerin tartışırken görülmeleri imkansız gibidir. Propagandacı nadiren tartışır. Buna karşılık gündem belirleme, iddia ileri sürme konusunda ısrarlıdır. Ancak, iddia da bulunduğu hiç bir konuda doğrudan tartışma içerisinde bulunmaz.

İddia süreci genelde yukarıda anlatılan faktörlerin, kanaat değiştirme sürecinde kullanımı sırasında destekleyici bir yöntem olarak kullanılır. Bu noktada propagandacı kendisine yöneltilen ithamlarla ilgilenmez, ithamlara yeni iddialar ile karşılık verir.

Schopenhauer doğru olarak adlandırdığı bu süreci, saçma bulma, şiddetle karşı çıkma, kabullenme olarak sınıflara ayırmıştır.

Yine yakın geçmişte, 17/25 Aralık sürecindeki yolsuzluk iddialarına karşı bir savunma hamlesi yerine, paralel yapılanma ve kumpas iddialarının dikkatleri karşı hedefe yönlendirme konusunda başarılı örnekler arasında gösterilebilir.

Tehdidin Tanımlanması

Tehdit tanımlaması, propaganda sürecinin belki de en önemli parçasıdır. Bir tehdidin varlığı, tabanı bir arada tutma konusunda önemli yardım sağlamakla birlikte, duyu organlarına kolayca ulaşabildiğinden, toplumu kanaat oluşturmaya yatkın kılar.

Tehdit algı oluşturmada her daim var olmuş ve bu sayede hedef toplumun algılarını açık tutmuştur. Tehdit toplumsal stres yaratmanın yanı sıra, yukarıda belirtilen tüm faktörlerin uygulama safhasında kolayca özümsetilmesine ciddi ölçüde yardımcı olur.

Yunanistan ekonomik buhran  ile boğuşurken, toplumsal patlamalardan en çok korkulduğu dönemde, Ege Denizi ve Türk tehdidi gündemde sıcak tutulmuştur. Bu sayede ekonomik düzeyde ayrışma ve çatlama yaşayan toplum, milli tehdit unsurlarının kullanılması bile bağlı tutulmaya çalışılmıştır.

Otoritenin Teyidi

Otoriteye sığınma eğilimi telkinin tabiatında vardır. Kendisine sığınılan otorite, tanınmış politik güce sahip bir kişi olabileceği gibi, din ve bilim gibi yine bağımsız güç kaynakları da olabilir.

On sekizinci yüzyıl toplumu inançlar üzerine kuruludur. İnsanların ilgilerinde doğal bir ahenk vardır. On dokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren ise yeni fikirlerin etkisi ile görüşler çeşitlilik göstermeye başlamıştır. Bu noktada

  • Politik hayatta gerçekten önemli konuları karara bağlama noktasında uzmanların gerekli olduğu varsayımı
  • İnsanın mantık dışı olduğu inancı
  • Rousseu’nun tüm halkın egemenliği yani kitle demokrasisi doktrini
  • Marks ve Engels tarafından sınıf mücadelesinin keşfi

Gibi konular özellikle ortaya çıkmıştır. Wright Mills’in belirttiği gibi ‘Siyasal lider konuşmasını uygun kişilere temas kurarak milli bir yayın ağı ile yapar ve bu konuşması liderin hiç bir zaman görmediği ve görmeyeceği milyonlar izler. Bu fikir işi içerisinde kamu yönlendirilir.’

Otoritenin teyidi sırasında, otorite olarak görülen kaynak doğrudan bir teyit sağlayabileceği gibi, örnekleme içerisinde de teyit algısı yaratılabilir.

Soma’da yaşanan trajik maden kazasına yönelik, İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde de buna benzer kazaların olabildiğinin vurgulanması, dolaylı olarak otoritenin teyidi konusunda örneklenebilir.

Mekke’de yaşanan facia için Suudi Arabistan yetkililerinin kader ve takdir-i ilahi gibi söylemleri, kalıcı ve eleştirilmesi imkansız olan bir otoriteyi vurgular.

Siber Mücadele

Yukarıda temel anlamda kanaat değiştirme ve toplumsal algı oluşturmaya yönelik faktörler belirtilmiştir. Bu faktörler genel bir şekilde bir bütün olarak incelendiğinde, her bir faktör için, hedef kitleye ulaşmanın hayati bir öneme sahip olduğu kolayca görülebilmektedir.

Bu noktada siber dünya başka hiç bir iletişim kanalının yapamayacağı ölçüde açık alan sağlar. Bununla birlikte siber dünya sayesinde propaganda sürecine katılan bir diğer durum ise, propagandaya maruz kalan bireylerin, propaganda sürecine doğrudan etkisidir.

Maruz kalan bireyler, kendi sosyal ağları ve siber çevresi ile birlikte, kendisine yöneltilen propagandanın yeni alt bir kaynağı olarak bilgiyi yayar.

Bu çerçeveden düşünüldüğünde, özümsenmesi istenen veri kitle içerisinde ulaştığı her nokta, yeni bir propaganda kaynağı olacaktır. Bu aslında propagandanın kimi zaman en önemli problemini oluşturabilen kaynağın saklanması konusunda da ciddi bir avantaj sağlayabilir.

Her noktanın ayrı bir propaganda merkezine dönüştüğü bir yapı içerisinde, gerçek kaynağı bulmak oldukça güçleşir. Kaynağın kolayca saklanabildiği süreç içerisinde kanaat değiştirme çabaları da gittikçe kolaylaşacaktır.

Yapılan bir deneyde, deneklere en yakın arkadaşlarının önereceği pizzacı ile internette tanımadığı kişiler tarafından yüksek oy almış bir pizzacı arasında seçim hakkı sunulmuştur. Denekler seçim haklarını en yakın arkadaşları yerine, tanımadıkları insanlar tarafından oylanmış pizzacılar yönünde kullanmışlardır.

Bu örnekten yola çıkılarak, aynı propagandanın aslında ulaştığı tabanda yeniden yeni propagandaya dönüşüyor olmasının gücü açıkça anlaşılmaktadır.

Yine yapılan başka bir deneyde, deneklere üç ayrı fotoğraf gösterilmiştir. Kendisinden önce cevap verecek olan ve deneyin parçası olan kişilere tek bir cevap vermeleri yönünde telkinde bulunulmuştur. En son sırada sıra kendisine geldiğinde denek, kendi seçimi yerine önünde deneyin parçası olan insanların yaptığı seçimi yapma eğilimine gitmiştir.

Bu iki örnek de hem hedeflenen bilginin nüfuzu, hem de sonrasında nasıl yönlendirileceğine ilişkin çarpıcı deneylerdir.

Öte yandan siber dünya, gerçekleşen olayların manipüle edilerek yayılması açısından da oldukça önemlidir.

Aşağıdaki üç ayrı haber kanalında verilen üç ayrı haber buna çarpıcı örnektir. Tek bir fotoğraf, Rusya’nın Ukrayna’da, Ukrayna’nın Rusya’da ve Israil’in Gazze’de gerçekleştirdiği bir saldırı olarak ayrı ayrı kullanılmıştır.

Siber mücadele içerisinde algı yönetiminin yerini güvenlik çerçevesinde iki açıdan ele almak mümkündür. Ulusal siber güvenlik, global marka güvenliği.

Söz gelimi bir firmanın web sitesinin hacklenmesi ile bir firmanın web sitesine rakip firmaya yönelik pozitif pazarlama vektörleri bırakmak arasında büyük fark vardır.

Twitter üzerinde firmalara yönelik ağır eleştirel yazıların kolayca binlerce kişiye ulaşması aslında markanın siber güvenlik stratejisi içerisinde yer almalıdır. Bu anlamda yeni yeni bazı firmalar tarafından sosyal medya takibi uygulansa da, markalara yönelik siber dünyada yapılan psikolojik harekat yahut kanaat oluşturma çabaları henüz siber güvenlik çerçevesinde değerlendirilmekten çok uzaktır.

Ulusal güvenlik çerçevesinde de konu temel anlamda farklı değildir. Günümüzde siber dünya üzerinde, milli unsurlara yönelik gerçekleştirilen psikolojik harekat faaliyetleri, henüz ülkeler tarafından siber güvenlik çerçevesinde değerlendirilmemektedir.

Psikolojik savaş, soğuk savaş dönemine kadar, silahlı mücadele için zeminin uygun hale getirilmesine yönelik gerçekleştirilen çalışmalar çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Bununla birlikte soğuk savaş dönemi ve sonrasında, savaşın nizami olmayan bir hal alması ile birlikte psikolojik faaliyetler ayrı bir harekat şekli olarak düşünülmeye başlamıştır.

Faaliyetler çeşitlilik gösterebilmekte, milli unsurlar üzerinde etki yaratan doğrudan bir harekat olabileceği gibi, örneğin terörist faaliyetlerin desteklendiği aktiviteler halinde de ortaya çıkabilir.

Bu noktada medyayı kontrol altında tutmak hem yerel propagandacı ki, genelde hükümet yahut iktidar hedefi olan partiler olarak düşünülebilir, hem de uluslar arası ilişkiler çerçevesinde ulusal güvenlik açısından önemlidir.

Jülev’in sözünü ettiği medyayı tekel altına alma durumunu Goebbels iktidara gelemden önce şu ifadelerle anlatmaktadır; ‘Radyo ve basın artık bizim emrimizdedir. Paramız da var. Tek güçlük radyo örgütünü kurabilmektir. Ama bunu başaracağız. Führer’in her gün radyosu olan bir kente konuşmasına karar verdik. Onun mesajlarını bütün halka duyuracağız.’ O dönemde kitle iletişim araçlarının propaganda üzerindeki tartışılmaz üstünlüğü kesin bir dille ifade edilmiş olduğu görülebilmektedir.

Günümüzde siber dünyanın getirdiği avantajlara, ne bir radyo ne de televizyon sahip değildir.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, gökyüzü hava kuvvetleri için ne anlam ifade ediyorsa, propagandacı için siber dünya benzeri bir alan sağlamaktadır.

Benzeri şekilde ulusal güvenlik çerçevesinde sürecin dikkatlice incelenmesi ve siber dünya üzerinde yürütülen psikolojik harekat faaliyetlerinin farkındalığı, ek olarak bu faaliyetlere yönelik karşı stratejilerin üretilmesi oldukça önemlidir. Elbette bunun yolu asla, bu alana yönelik erişim kısıtlamaları değil, aksine alan üzerinde aktif bir şekilde karşı faaliyetlerin yürütülmesinden geçmektedir.

Ogrenmek Uzerine

Öğrenmek yepyeni, daha iyi bir insan yaratır her zaman.  Hangi noktadan başlamış olursanız olun; öğrenmektir sizi bir adım daha ileri götüren. Sanırım bundan dolayı bir uğraş ne kadar zaman veya enerji gerektirirse gerektirsin; sonu öğrenmekle bittiği zaman yorgunluk yerine dinçlik veriyor. Bu durumun sadece profesyonel ya da öğretim hayatında değil, insan ilişkilerinde bile geçerli olduğunu düşünüyorum:  Vakit geçirdiğiniz insanlara bir şeyler öğretebildiğiniz ve onlardan bir şeyler öğrenebildiğiniz sürece, birbirini besleyen toplumlar yaratılacağını düşünüyorum. Okumaya devam et

Engel

“Eğitim, insanın okulda öğrendiği her şeyi unuttuğunda arta kalandır.” der Einstein.

Eğitimin bu derece öğretimle karıştırıldığı, birbiri içinde kaybedildiği bir dünyada Einstein’ın mantığı kulağa ne kadar da anlaşılmaz geliyor değil m? Oysa ki merak ettikçe, ödev olduğu için değil heveslendiğimiz için öğrendiğimiz anlar kendi kendimizi en çok eğittiğimiz anlar.

Eğitimin insan bünyesinde öğretimden çok daha köklü değişiklikler yarattığını ve çok daha önemli olduğunu açıklamak ne kadar zorsa, başkalarının hayalleri peşinden değil de kendi hayalleriniz peşinden koşmaya çalıştığınız zamanlarda boşa kürek çekmediğinizi açıklamak da bir o kadar zor. Bir yere girip çalışmaktan tutun da sahilde köy kahvesi açmaya kadar milyonlarca fikir nedense sizin için en uygunu oluveriyor bir an da, uygun olmayan tek şey  elinizdeki avucunuzdaki tüm enerjinizi gözünüzü kırpmadan harcamak isteyeceğiniz hayalleriniz oluyor gelin görün ki.

Dünyayı değiştirebilen herkesin yolunun  girişimden geçtiği çok açık. Bu sadece bir iş fikrini hayata geçirmek değil, bir felsefeyi, bir akımı da dünyaya yayabilmeyi içinde barındıyor.

Atatürk’ün “Ben, bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem; o işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı,iş kendi kendine yürür.” der. Bu nedenle ki en çok olmayacak, yapamayacağım dediğim an benden uzakta duran hedeflerim değil, hedeflerimin önünde zırh oluşturmuş engellere takılıyor gözüm. Onlar oluyor hedefim. Bu engeller her zaman enerji yoksunluğu, bitkinlik, ekonomik koşullar da olmuyor. Kimi zaman varlığından haberdar bile olmadığım bir önyargı, kimi zaman üşengeçlik düşman gibi kesiliyor karşımda.

Vazgeçmeden geçirdiğim her saniye, hayallerime bir adım daha yaklaştığım an oluyor. Engeller kalktıkça, her şey daha netleşiyor.  İşte sanırım bu nedenle, köy kahvesi açmak da bir yerde çalışmak da bir seçenek olmaktan çıkıyor. Hiçbir zaman yokluğunu özlemeyeceğim olasılıklar; beni kalan tek seçeneğime de zorunlu kıldıkça, direncim artıyor.

Sesleri Susturmak

Kendime en çok meydan okuduğum zamanlar zihnimde mükemmel bir şekilde oluşturduğum kurguyu yazıya dökerken oldu.

Benzersiz bir yapıt yaratmaya çalışmak yetmezmiş gibi, yazdığım tek bir satırın bile aklımda canlananı yansıtamadığı her an, hayallerime ihanet etmiş gibi hissettim kendimi.

“Don’t tell me the moon is shining; show me the glint of light on broken glass.” Der Anton Chekhov. Kafamda canlanan hiçbir kırık cam parçasının güzelliğine ihanet etmemeye çalışarak ve alzaymırlı bir adamın oğlunun ismini hatırlamaya çalıştığı zamanlardaki çaresizliği ile , yazdıklarımı okuyacak insanların zihnimde canlandırdığım o ışığı en kör gecede bile görebilmeleri için en yeterli kelimeleri seçmeye çalıştım.

Tam da bu nedenle, yazdığım her gün, ne kadar yazdığıma değil, nasıl yazdığıma odaklandım. Hayallerime ihanet etmemek için çırpınarak bir araya gelmiş harflerden oluşan, tek bir mükemmel cümle için harcadığım saatleri, başarı olarak kaydettim. Bazen de o tek bir cümleyi tekrar tekrar okuyarak saatler geçirdim.

Haftalarca dağarcığımın tüm sayfalarını karıştırıp yine de aradığım kelimeyi bulamadığım zamanlarda ise, Joss Whedon’ın “You either have to write or you shouldn’t be writing.” önergesinden güç aldım. Fark ettim ki , zihnimi ve yaratıcılığımı kelimelere dökmek için kendimi zorladığım her gün, yaşlanmadan bilgeleşmek için attığım adımların ta kendisiydi.

Yazmak, yalnızca yayaratıcılık, emek ve sabrın birleştiği bir toprakta yeşeren ve 19 yılda bir çiçek açan sabırotunun ta kendisi.  Kelimelerin tıkandığı anda vazgeçmek, ara vermek ve ertelemenin 10 büyük günahtan olduğu bir inanç sistemi gibi, asla durmamanızi tıkandıkça daha da çok sınırlarınızı zorlamanız gereken bir iş.

Girişimciliğin yazarlıkla arasında bu kadar benzerlik olmasının sebebi de tam da bu noktada netlik kazanıyor. Girişimcinin günlüğünde de vazgeçmeye yer yok. Dünyada milyonlarca kitap olmasına rağmen hala her gün insanların yazma eğilimi de bundan kaynaklanıyor.

Pazardaki tüm rakiplere rağmen fikirlerimizi ve hayallerimizi hayata geçirirken kişiliğimize dayanan tüm farklılıklar bizim yaptıklarımızı farklılaştıracak ve zihinlerimizin imzasını taşıyacak.

Yaşlanmadan bilgeleşmenin yolu da, her gün kendimize meydan okumadan geçiyor. Aklımızda çınlayarak bizi rahatsız eden, dışarıya çıkmaya çalışan her ses, aslında yapmak istediklerimizin birer yansımasından ibaret.

Bu sesleri özgürleştirdiğimiz gün, girişimci olmanın farkını tadıyor olacağız.

Takim Ruhu Uzerine

Her ne kadar buna uzun yillar karsi cikip, kendimi o yonde yetistirsem de, insan malesef dogasi geregi sosyal bir canlidir. Ister yeni urun gelistirin, isterseniz calistiginiz sirketi daha verimli hale getirmeye calisin, ister takim, ister bireysel spor yapin, hangi girisim olursa olsun aksiyonunuzun sonunda bir birliktelik ile karsilasirsiniz.  Okumaya devam et

Narkisoss’un Hikayesi

Narkissos, kendi güzelliğini her gün seyretmeye giden yakışıklı delikanlının hikayesi… (Öyle şeyler oluyor ki, mesleği tamamen bırakıp insanın oturup felsefe, psikoloji, sosyoloji kitapları karıştırıp, edebiyat yapıp, sayfalarca yazı yazası geliyor. Ama gelin görün ki, henü zamanı değil; hala dolduruyoruz hikayeleri… Bu işin sonunda ya bolca yazı çıkar, ya bolca suskunluk, göreceğiz…)

Okumaya devam et

Yolda olmak

Kacirilan sey aslinda yolda olup bitenlerdir. Pek cok insan luks araclarini bir yerden bir yere ulasmak icin alirlar. Ancak yolun farkinda bile degillerdir. Tek meseleleri, gidecekleri yere daha hizli, daha rahat ulasmaktir. Esasinda bunlarin haricinde bir baska faktor daha vardir; bindigi sey kendilerince toplumsal siniflarini gosterir. Oysa mesele bir yerden bir yere varmak degil, yolda olmaktir.  Okumaya devam et